Kadın-erkek, dişil-eril, feminen- maskülen, cinsiyet- toplumsal cinsiyet? Tüm bu saydıklarım aslında günlük hayatta karşımıza çıkmıştır pek çok defa. Tabi daha çok kadın- erkek ikilemini duyuyoruz da diyebiliriz. Ancak bilim dünyasında özellikle Sosyologlar ve Sosyal Psikologların çok fazla tartıştıkları konudur bu dişil-eril, feminen-maskülen, cinsiyet- toplumsal cinsiyet kavramları. Hatta şöyle demek daha doğru olacaktır; tartışılmakta olan kadın- erkek, dişil-eril kavramları, bunların özellikleri ve anlamları, cinsiyet kavramının yanına toplumsal cinsiyet kavramını da getirmiş ancak bunu apayrı bir boyutta ele almışlardır.
Cinsiyet (sex) bildiğimiz üzere, biyolojik anlamda bize kadın ve erkek ayrımını yapar. Doğuştan, genetik kodlarla getirdiğimiz ve sahip olunan cinsel organla özdeşleşen bir özelliğimizdir. Yani genetiğimizde XX genini taşıyorsak kadın, XY genini taşıyorsak erkeğizdir. Burada önemli olan şey şu ki bu durum tüm toplumlar için aynıdır. Biyolojik anlamda kadın ile erkek arasındaki tek fark budur.
Gel gelelim bu biyolojik farklılığın, toplumsal anlamda bir farklılık yaratmaya başladığı esas konuya. İşte burada ?toplumsal cinsiyet? kavramından bahsedebiliriz artık. Toplumsal cinsiyeti ( gender ) doğum ile sosyal yaşama dahil olan bireylerin, toplum tarafından yüklendikleri bir takım özellikler bütünü olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Çünkü toplumsal cinsiyeti ortaya çıkaran faktörlere baktığımızda toplumsal, kültürel ve psikolojik faktörleri görürüz. Yani bu kadın-erkek ayrımını ve dolayısıyla kadın-erkek toplum rollerini toplum ve kültürü ortaya çıkarmaktadır. Kendi toplumumuz da olmak üzere pek çok kültürde kadın ile erkek rollerinin neredeyse keskin bir şekilde ayrıldığını görürüz. Evet, bu insanoğlunun başlangıcından bu yana böyle süregelmiş olan bir durumdur. Ancak bunu böylece günümüze getiren, hala gelenekselleşmiş kalıplar içerisinde yaşamamıza neden olan şey ne olabilir? Bu konunun sıklıkla tartışıldığından bahsetmiştim. Freud, Horney, evrimsel görüş, sosyal öğrenme kuramı, bilişsel kuram? Hepsi farklı bir açıdan toplumsal cinsiyeti ve bunun içerisinde olan kadın - erkek rollerini açıklamışlardır. Mesela Freud?un ?penis kıskançlığı? kavramını duymayanımız yoktur. Odipus karmaşasını çözmeye çalışan kız çocukları, kendilerinin penisi olmadığı için annelerini ona penis vermemekle suçlar. Ancak çevreden gelen tepkiler sonrasında babasına karşı olan yakınlığını bilinçaltına itip, anneleriyle özdeşleşme yoluna gittiklerinde; anneleri gibi davranmaya, anneleri gibi giyinmeye çalışırlar. Erkek çocukları da kastrasyon kaygısı yaşadıklarından dolayı sonunda baba ile özdeşim kurup onun gibi olma yoluna giderler. Freud bu özdeşleşme sonucunda çocukların kadın ve erkek cinsiyetlerinin ne olduğu, rollerinin neler olduğunu öğrenmeye başladığını söylemiştir. Horney Freud?un penis kıskançlığına karşılık erkeklerin rahim haseti yaşadıklarını ifade etmiş; evrimsel görüş ise bu rollerin, evrim süreci gereği farklı davranışlar sergilenmiş olmasıyla kazanıldığını dile getirmiştir. Sosyal öğrenme kuramına gelecek olursak, bu kuramın temel sayıltıları çocukların bu rolleri model alma, gözlemleme, taklit etme ile öğrendikleridir. Toplumsal cinsiyetin toplumla ortaya çıktığını söylemiştik. Bireyin sosyal hayatla, toplumla ilk temasının aile ortamı olduğunu göz önüne alırsak, burada sosyal öğrenme kuramının temel kavramlarını rahatlıkla görürüz. Dünyaya gelen çocuğuna karşı anne babanın tutumu, davranışları çok büyük bir önem arz eder. Hepimiz biliriz ki çocukların olmak istedikleri, model aldıkları ilk kişi eğer kızsa anneleri, erkekse babalarıdır. ?Ben annem gibi olacağım? ya da ?Ben babam gibi olacağım? diyen pek çok çocuk görmüşüzdür. Kız çocukları anneleri gibi kolye küpe takıp, topuklu ayakkabı giymeye çalışır; erkek çocukları saçlarını havaya kaldırır, kravat takmaya çalışır, işe gitmek ister? Çocukların böyle davranmasında kuram temelli düşünelim ya da düşünmeyelim, aile ve çevre çok büyük bir belirleyicidir. Çocuk doğmadan bile eğer kızsa pembe bir oda yapılır, pembe kıyafetler, oyuncak olarak bebekler, yemek pişirme oyuncakları alınır, evcilik oyunları oynanır, Barbie bebekli çizgi filmler izlenir. Erkekse mavi oda, mavi kıyafetler, arabalar, tabancalar, Superman tarzında çizgi filmler? Bunların örneklerini rahatlıkla arttırabiliriz. Çocuklar büyürken ? Kız çocuğu hiç bunu yapar mı?, Sen kızsın otur evinde annene yardım et, Kız çocuğu öyle konuşur mu??, ?Erkek adam dediğin şöyle olur, böyle yapar, oğlum erkek dediğin ağlar mı?? şeklinde aldıkları tepkilerle kadın ve erkeğin nasıl olduğuna ilişkin ?kalıplaşmış? rolleri öğreniyorlar ne yazıkki. Bu rolleri kazanan birey de ?aksini görmediği müddetçe- tüm yaşamı boyunca bu rollere sıkı sıkı sarılıyor ve çocuklarına da bir nevi miras bırakıyor. Çünkü öyle gördü, öyle yetişti ve o da öyle yetiştiriyor. Bu rollerin yaşam boyunca karşımıza çıkardığı kolaylıkları ve güçlükleri düşünecek olursak, burada sizinle Doç. Dr. Celalettin Vatandaş hocamızın (2007) bir makalesindeki bulguları paylaşmak istiyorum. Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rollerinin algılanışında; cinsiyete göre ev içi işlerinin algılanışı, meslek ve işlerin algılanışı, davranış ve görünümlerin algılanışı, özniteliklerin algılanışı gibi pek çok alt boyuttan bahsetmiştir. Bu araştırma makalesinde dikkatimi çeken şey, kadınlar iş yaşamına ne kadar katılmış ya da sosyoekonomik anlamda hak kazanmış olurlarsa olsunlar hem kadının kendi rollerine ve erkek rollerine bakışı hem de erkeklerin erkek rollerine ve kadın rollerine bakışı gelenekselleşmiş bir kalıpla devam etmektedir. Kadınların gözünde de erkeklerin gözünde de kadın; çocuğa bakar, yemek yapar, temizlik yapar, temizlikçi sekreter ya da hemşire olabilir, el işi yapar, özel günleri önemseyendir? Erkek ise resmi kurumlarda iş takibi yapar, ev içi onarımları yapar, silah kullanır, politikacı, ağır vasıta şoförü olabilir, rekabetçi, kavgacı, kısa saçlıdır?
Aslında baktığımızda bu kadın ? erkek rolleri öylesine benimsenmiş, öylesine yerleşmiş ki kültürlere, nesilden nesile bu rollerin aktarılmaması önlenemez olmuştur. Ama yine de tüm bunlara rağmen kadının ve erkeğin beraber yaşadığı her hanede her toplumda eşitliğin, paylaşımın, sevginin, güzelliklerin olması umuduyla?