Bunlar, Hep Seni Çok Sevdiğimden!
Karısını kıskanan eş, onu sınırlamaya başlar. Devamında iki seçenek vardır: kadın ya uyum sağlayacak, ya da evlilikte güvenin önemini vurgulayıp bunun yanlışlığını belirtecektir. Sonuç: kadın uyumlu bile olsa kocası (genelde kendisi de yaptığı için) onu birileriyle arkasından iş çevirip aldatmakla suçlayıp dövecektir. Kadın, başta karşı çıkma cesaretini göstermişse de doğrudan şiddet görecektir.
Başlıktaki bahane ne güzel, değil mi?
Sonrasında neler olur?
A- Kadın boşanmak ister. Ailesi destek çıkıyorsa yanlarına gider. Gözlerinden yaşlar akan koca: "Bunlar, hep seni çok sevdiğimden!" der. İnandırıcı bir şekilde bir daha olmayacağını anlatır. İnanan kadın geri döner ve bir süre sonra aynı örüntü devam eder.
B- Kadın şiddete katlanır; çünkü anne-babasının evi zaten daha beterdir. Kapatma (evden çıkarılmayan, kapalı perdeler arkasında yaşayan kişi) olma noktasına kadar gelir. Bir sosyal çevresi kalmamıştır. Tamamen eşi, evi, çocuğu ve istemediği halde/zorla cinsellik vardır yaşamında. Peki, şiddet ortadan kalktı mı? Hayır!
C- Kadın evden kaçar. Sığınma evine gider. Polise "Kocam beni öldürmek istiyor!" diye şikayet eder. Polis takibini bir süre yaptıktan sonra bırakır. Boşanmak istemeyen koca, karısını bıçaklar.
Bu varyasyonlar Z'ye kadar gider.
Bunları her gün yaşamıyor muyuz? Görmüyor muyuz? Her gün üzülmüyor muyuz? Cinsiyet eşitliği henüz sağlanamadığı gibi kadınlar sırf kadın oldukları için şiddet görebiliyor. Peki, bir insan diğerine bunu neden yapar?
Cinsiyet eşitliğinin sağlanamamasının altında yatanlar
Günümüzde bu durumu içinde yaşadığımız toplum ve kültür, yine bunların şekillendirdiği tipik bir ailenin dünya görüşü, çocuk yetiştirme tutumları, filmler, diziler ve sosyal medya gibi pek çok faktör etkiliyor. Kalıplaşmış ?normlar?, kadına değişmeyen bir ?normal? sunup sosyal yaşamda yer bulmasının ve kendini gerçekleştirmesinin önünü kesiyor. Çok eskilerden gelen bu yargılar, ebeveyn tutumlarıyla da bilinçaltımıza işleniyor. Toplum kadını bir yere hapsetmeye alışmış; onu düşünceleri, hayalleri, fikirleri, sevdikleri ve sevmedikleriyle bir bütün olarak kabul etmeye hazırlanamamış durumda. Ebeveynlerin kız çocuklarını yetiştirme tutumlarına bakıldığında tek tip bir kız çocuğu/kadın profili görüyoruz.
Bize anlatılan masallar
Kız çocuklarımızı büyütürken onlara anlattığımız masallarda Pamuk Prenses ve Sindirella gibi kadın kahramanların başlarına ne gelirse gelsin sustuğunu ve boyun eğen, naif ve kibar kadınlar olduğunu görüyoruz. Bu izlekte kadınlar genelde fanus gibi izole bir yerde bulunuyor. Büyükannesinin sözünü dinlemeyip dışarı çıkan Kırmızı Başlıklı Kız?ın ise kurt tarafından yenildiğini görüyoruz. Bu gibi anlatımlar, kadın cinsiyetini zayıf olduğu, dış dünyanın erkeklere ait olduğu, içeride kalınması gerektiği gibi mesajlar barındırıyor. Bu masallarla büyüyen kadının sonradan yerini koruma isteğiyle isteklerini, arzularını ifade etmeye başlaması ise bir başkaldırı olarak algılanıyor.
Yine kadın-erkek ilişkileri bağlamında karşılaştığımız diğer tutarsızlık, ne yazık ki, namus kavramı. Kadınların izole ve erkeklerden uzak bir yerde oluşu şunu akla getiriyor: bu kadınlara dokunulmamıştır. Toplumca bir cinsel birlikteliği olmayan kadının namuslu, kendi bedeni üzerinde söz sahibi olmak isteyen kadının çok çirkince sıfatlarla anıldığı aşikar. Aynı durum kendisini eşine saklamayan erkekler için geçerli değil. Karışımıza, kadının bedeni üzerinde söz sahibi olmamasını, yani istediği gibi yaşama hakkının elinden alınmasını kapsayan bir yol haritası çıkıyor. Kadın cinayetleri ve kadına yönelik her türlü şiddetin nedenleri masallardan ya da diğer faktörlerden çok daha derinde yatıyor; ancak ilk etapta bunları irdeleyebiliriz.
Bazı atasözlerimiz, deyimlerimiz, örüntülerimiz?
?Kadının saçı uzun, aklı kısadır.?
?Kız gibi yapma.?
?İşini adam gibi yap.?
?Kadının bir aklı, erkeğin 10 aklı vardır.?
?Kızını dövmeyen dizini döver.?
?Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün.?
?Kızını dövmeyen dizini döver.?
?Kız kısmı çok konuşmaz.?
?Ne işi varmış o saatte orada??
Yukarıdaki gibi kadınları yeren ve şiddete yönlendiren deyim ve atasözlerimiz mevcut. Bunlar geçmişten günümüze gelen cinsiyet algısına ve ayrımına dair pek çok ipucu veriyor. Günümüzde herhangi cinsiyet ayrımına aykırı bir alanda ?elinin hamuruyla? başarılı olmak kadın gibi davranmamakla anlamına gelebiliyor.
Peki, medya?
Kadınlık ve erkeklik görevlerinin kesin ve net sınırlarla ayrıldığı yapıtlarda bu fikir, belleklere işlenebiliyor. Kadına yönelik şiddeti ?aile içerisinde böyle şeyler olur? algısıyla yöneten filmler ve diziler görüyoruz. Böyle dizi ve filmlerin bunları sunuş biçimi, meşrulaştırmayı ve özendirme ihtimalini de beraberinde getiriyor. Töre dizileri ?namus? kavramını kadın bedeni üzerinden işleyerek kadını ve vücudunu objeleştirme zorbalıklarını özendiriyor. İzleyici şiddet, psikolojik baskı, taciz ve tecavüz gibi durumların normal olduğu fikrine kapılabiliyor. Kadının yalnızca anne olduktan sonra ?kadın? kelimesine layık görülmesi; başka yaş aralıkları için bu ifadeden kaçınılması, eğitim düzeyinden bağımsız şekilde ?bayan? ifadesinin seçilmesi, kadın kelimesinin korkutucu görüldüğünü ele veriyor.
Güncel Türkçe sözlüğümüz olan TDK?ye bakıldığında tamınlar şu şekilde.
Kadın:
İsim. Erişkin dişi insan, hatun, hatun kişi, zen.
Sıfat. Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan.
İsim, mecaz. Hizmetçi bayan.
İsim, eskimiş Bayan.
Yukarıdaki tanımlar, kadının günümüz toplumundaki yerini açıkça belirtiyor. Kadının betimlenebilmesi için analık ve ev yönetimi gibi hususlarda yetkin ve becerikli olması gerekliliği vurgulanıyor. Günümüzde çalışan kadın sayısının artması, kadınların bilinçlenmesi, söz sahibi olmak istemesi gibi hususlar toplumda kadının yeri ve kadınlık görevlerine ilişkin tartışmaları yeniden alevlendiriyor. Elbette kalıplaşmış bu yargıların bir anda yok olması mümkün değil; kadının kendini gösterme ve kendisi olma isteği toplum tarafından büyük bir baskıyla karşılanıyor. Öyle ki, dışarıda kahkaha atan, kendisi gibi davranan ya da istediği gibi giyinen bir kadına hor gözle bakılabiliyor ve kadın aşağılanma, dışlanma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Kadınlar tüm bunlardan ötürü kimliğinden utanabiliyor ve depresyon, içe kapanma gibi pek çok duygudurum bozukluğu gelişebiliyor. Kadını yalnızca evde olduğu vakitlere ve baktığı çocuk sayısına göre değerlendirmek kadınlar için bir bunalım kaynağı olabilir. Çünkü her insan farklı ve biriciktir. Onu yalnızca belli mekan, yer ve zamanda kabul ediyor olmak ve yaşama hakkına müdahale etmek aslında insanlık değerlerimize taban tabana zıt bir durum.
Tüm bunların önüne geçmek farkındalığımızı geliştirmeyi, meseleyi sistemli bir eğitim programında işlemeyi gerektirir. Kolektif olarak oluşturduğumuz hasarlar içinse psikolojik destek sunabilir veya alabiliriz.
Fundem Ece Erdem
Uzman Klinik Psikolog
Kurucu, Dünya Danışmanlık Merkezi